Kayıtlar

Başarı Yalanı

Resim
Metropolis 1916-1917 / Ressam George Grosz Modern Dünyada Fırsat, Ayrıcalık ve Kimlik Şehirde yaşam kırsal kesime göre çok zor. Burada büyük bir mücadele var. Kelimenin tam anlamıyla savaş halindesin. Köylü yaşamı hafife aldığım anlamı taşımasın. Köyde bile insanlar bir kargaşa halinde. Bir şeyler yapma telaşında; fakat şehirlerde bu hareketlilik çok çok fazla. Kavga ettiklerin, yarıştığın kişiler sayıca çoklar. Üstün olmak, öndekini geçebilmek için başarılı olmak zorundasın. Şu ya da bu sebeple atik olmalı, uyanık kalmalısın. Bir tedirginlik hâli içerisindesin. Tek gözün açık uyumalı, her zaman hazır kıta beklemelisin. Köy hayatında yaşam zorsa şehirde yaşam çok daha güçtür. Elindekiyle kıt kanat geçinemezsin. Komşun senden daha iyi kazanırken bunu yapamazsın. Üstelik, rakipler sosyal medya ile o kadar çoğaldı ki hangisiyle yarışacağını şaşırıyorsun. Lüks yaşamlar seni hırslandırıyor. Başkalarının gösterişli hayatları seni imrendiriyor. Çok çalışmalı, daha fazla kazanmalı ve bazıların...

Başarı Yalanı

Resim
Metropolis 1916-1917 / Ressam George Grosz Modern Dünyada Fırsat, Ayrıcalık ve Kimlik Şehirde yaşam kırsal kesime göre çok zor. Burada büyük bir mücadele var. Kelimenin tam anlamıyla savaş halindesin. Köylü yaşamı hafife aldığım anlamı taşımasın. Köyde bile insanlar bir kargaşa halinde. Bir şeyler yapma telaşında; fakat şehirlerde bu hareketlilik çok çok fazla. Kavga ettiklerin, yarıştığın kişiler sayıca çoklar. Üstün olmak, öndekini geçebilmek için başarılı olmak zorundasın. Şu ya da bu sebeple atik olmalı, uyanık kalmalısın. Bir tedirginlik hâli içerisindesin. Tek gözün açık uyumalı, her zaman hazır kıta beklemelisin. Köy hayatında yaşam zorsa şehirde yaşam çok daha güçtür. Elindekiyle kıt kanat geçinemezsin. Komşun senden daha iyi kazanırken bunu yapamazsın. Üstelik, rakipler sosyal medya ile o kadar çoğaldı ki hangisiyle yarışacağını şaşırıyorsun. Lüks yaşamlar seni hırslandırıyor. Başkalarının gösterişli hayatları seni imrendiriyor. Çok çalışmalı, daha fazla kazanmalı ve bazıların...

Bir Nefes Kadar

Resim
Üşüyorum. Üzerimdeki kaban beni ısıtmıyor. Taktığım eldivenler, botlar ne işe yarar? Soğuk sadece yüzümde değil ciğerlerimde. Yüzüm üşüyor, kalbim tir tir titriyor. Ellerim donmuş, ayaklarım yok. Nefesimin havada bıraktığı izleri görüyorum. Soğuktan kapanan evlere, donuk çatılara bakıyorum. Buz kesen gökyüzünü izliyorum. Gözlerim donmuş olmalı ki oturmuş olduğum yerden kalkıyorum. Geriniyorum. Dik duruyorum. Dimdik. Ellerimi yumruk yapıyorum. Yere daha sağlam basıyorum. Bacaklarım sütun olmuş gibi. Seslenmek istiyorum. Herhangi bir şey. Söz olmasına gerek yok, bir ses olması yeter. Ama olmuyor. Derin bir sessizlik var. Elbette ağzımı açıyorum, boğazımdan hırıltı dahi çıkması için gayret gösteriyorum. Fakat olmuyor. Dilim kırılıyor. Hiddetle koşmaya başladım. Koştukça hızımı artırdım. Yanımdan insanlar geçti. Binalar benden uzaklaştı. Kuşlar geride kaldı. Yol bitti. Ben devam ettim. Koştum. Ağaçlar devrildi. Taşlar ezildi. Toprak üzerinde uçtum. Nehire daldım çıktım. Tepelerden zıpladım...

Bozuk Paralar Kadar Düşünmek

Resim
İnsan, içindeki sessiz rüzgârların estiği yere doğru yürür; kalbinin fısıltıları ne tarafa eserse adımları da oraya düşer. Düşleriniz küçülürse, dünyanız da küçülür; çünkü insanın gerçek sınırı, hayal gücünün cesaret edebildiği kadardır. Denemeyi okumak için:  https://www.sonhaberler.com/hayal-ettiginiz-kadarsiniz-makale-911310 Yazdığım deneme üzerine whatsapp üzerinden eleştiriler aldım. Aşağıdaki yazı, benim paylaştığım örnek metin esas alınarak ChatGPT tarafından yeniden kaleme alınmıştır. *** Aslında senin söylediklerini okuyunca şunu düşündüm: Biz aynı şeyi konuşuyoruz ama farklı yerlerinden tutuyoruz sanki. Sen hayalin tehlikeli tarafını gösteriyorsun; ben ise hayalin hiç doğmadan ölmüş hâline bakıyorum. Koçer fıkrası çok manidar. Bir insan daha elindekini korumayı beceremezken, elbette kurduğu hayal onu bir yere götürmez. O ayrı. Ama benim derdim başka bir şeydi: Biz çoğu zaman o hayale daha başlangıç çizgisinde tahammül edemiyoruz. Hayalin kendisi değil, onun olasılığı bile...

Sızı

Resim
“Daha uzun bir merdivenden çıkacağız şimdi; iblislerden kurtulmuş olmak yeterli değil. Sözlerimi anladınsa, ders almasını bil.” Dante, İlahi Komedya Yüreğimin derinliklerinden gelen bir sızı. Sancısı hiç dinmiyor. Bana ıstırap veren o yara sanki doğumla birlikte konmuş gibi. Küçüklüğümden bu yana hep o acı, hep o ağrı. Yalnızca yüreğimde kalsa iyi; bazen -çoğu zaman- ateşin eti yaktığı gibi, alevlerin kalbinin tam ortasından yükselip ciğerlerini kuruttuğunu, soluk almakta zorlanıp nefessiz kaldığını hissedersin. Hayır, hissetmekle kalmaz yaşarsın. Alnından yayılıp, yüzünden, boynundan akan terler gerçek olduğunu sana kanıtlar. Vücudunu iki büklüm yere seren ağrının yavaş yavaş azalıp sadece bir sızı olarak içinde kaldığına şükredersin. Her bir insanın kalbinde o sızı var! Herkesin! Olmalı. Bu ızdırabı sadece ben yaşıyor olamam! Gülerken o yaranın yaymış olduğu acının hafif kekremsi tadını dilimde hissederim. Eğlenirken, dans ederken, spor yaparken, kahkahalarımın arasında, arkadaşlarla...

İyi İnsan Olmak Üzerine Bir Deneme

Resim
The false mirror (1928), Rene Magritte Kendi karanlığımıza bakma cesareti üzerine Bu sabah arkadaşla telefonla muhabbet ediyoruz. Hırsızlık, yolsuzluk, emek, sömürü üzerinde hoş bir sohbet yapıyorduk. Sonuç olarak para sahiplerinin çalmaya odaklı yaşadıklarını söyledik. Fakat, kendisine “dikkat et!” dedim. “Paramız olmadığı için bu zenginlerin hırsızlıklarını/yolsuzluklarını kolayca eleştirebiliyoruz, ama biz para sahibi olduğumuz zaman benzer şeyleri yapmayacağımız ne malum?” dedim. Daha yeni duyduğum bir olay, muhafazakar bir insanın, çalıştığı şirket tarafından hem kendisinin hem de eşinin özel sigortası var. Bu kişinin ablası rahatsızlanıyor ve hakkı olmadığı halde ablasını, eşinin kimliği ile özel hastanede özel sigorta üzerinden tedavi ettiriyor. Peki, burada hak nerede? Gördüğümüz zengin insanların yapmış oldukları üçkağıtçılık olaylarını çok rahat konuşabiliyorken kendimizin yapmış olduğu dalavereliği görmezden geliyoruz. Yolsuzluk yapanların yerinde biz olsaydık, muhtemelen “i...

Para, Sen Benimsin

Resim
Bir arkadaşım faciabukta para hakkında söylenmiş anonim sözleri paylaştı: PARA KANUNLARI 1: Para, onu İSTEYENLERE değil, HAK EDENLERE gelir. 2: Para, çok kazananlarda değil, akıllıca harcayanlarda kalır. 3: Para size hizmet edebilir, aynı şekilde sizi de ona hizmet etmeye zorlayabilir. 4: Bolluk zamanlarında biriktirdiğiniz para, ihtiyaç zamanlarında sizi kurtarır. 5: Paraya olan kör aşkınız, insanlığınıza mal olabilir. 6: Arzularınız ve ihtiyaçlarınız olduğu sürece hiçbir miktarda para sizin için yeterli olmayacaktır. Anonim (Not, anonim olduğu için alıntılamakta beis görmedim.) Para kazanma konusunda zorluk çeken biri olarak haklısın diyorum. Fakat herkes paraya sahip olamaz. Ve parası olan hiç kimse (parası arttıkça bencilliği de artar) parasını kolaylıkla vermez (işçisi, alacaklısı dahi olsa). Kendisi şunu çok iyi bilir: "Para, parayı çeker." Bu sebepten dolayı parayı hak etse de para ona verilmez. Muhtemelen bu şu anlama gelir: parayı gerçekten istememiş ya d...

YZ (AI) Felaket Habercisi

Resim
Bir arkadaşım YZ yavaş yavaş tüm mesleklerin yerine geçeceğini söyledi. (Marangozluk, tesisatçılık gibi meslekler bile) Söylemeseydi itiraz ederdim. Tüm meslekler YZ ve onun yardımcı robotları tarafından yapılacak hale gelecek. Yöneticilerin yerini bile şimdiden robotlar almaya başladı. Marangozum, elektrikçiyim, tesisatçıyım diye sakın mesleğine güvenme, hiçbir meslek güvende değil. Başbakanlık bile! Elbette YZ ile yeni meslek türleri çıkacak ve ne yazık ki onların yerini de YZ ve robotlar alacak. Toprak sahibiyim diye de sevinme! Senin toprağın YZ ve robotlar tarafından şirketler adına işletilecek. Sen sadece bakacaksın. Şirketim var, küçük esnaf sahibiyim diye de çok sevinme, çünkü dünya birkaç şirketin egemenliği altında olacak. Diğerleri sadece izleyecek. Halk ne mi yapacak? Bugünkü Türkiye'ye bakıp anlayabilirsiniz. Bugün revaçta olan meslek polislik. Neden? İşsizlik başta olmak üzere halkı kontrol altında tutmak için polis alımı yapılıyor. Gelecekte de halkın yar...

Neden Güzel Memleketim Değil de...

Resim
Okuduğum bir haber: Bilim insanları, dünyanın küresel çöküşü durumunda sığınabilecek en güvenli ülkeleri belirledi. Ülkeler; Yeni Zelanda, İzlanda, İngiltere ve İrlanda ile Avustralya'nın Tazmanya eyaleti. Milyarderler bu ülkelerden toprak satın alıp yatırım yapıyorlar.  Beni şaşırtan listede İngiltere'nin yer alması. Eğer ada ülkesi olduğu içinse Madagaskar çok iyi bir seçim olabilirdi. Afrika'ya yakınlığı, tarıma elverişliğiyle İngiltere'den çok daha iyi olduğunu düşünüyorum.  Seçilen diğer ülkeler de İzlanda hariç  İngiliz Milletler Topluluğu'nda olmasına (İrlanda bu topluluktan 1949 yılında ayrıldı) ne demeli? İnsanın ister istemez komplo teorileri üretmesine neden oluyorlar. Elbette bilim insanları bu ülkeleri seçerken pek çok kriterler uygulamıştır. Fakat sormadan edemiyorum, çoğunluğu dağlık bölge olan, nüfusu fazla olan, düne kadar kirli havadan (Londra Öldüren Sisi 1952) dolayı insanların öldüğü ülkenin seçilmesinin tek sebebi bilimsel gerekçele...

Saygı Üzerine

Resim
Ölçü bir insanın hâlini belirler. Eğer ölçüsü yoksa budaladır. Ölçüsü çok daha fazlaysa kasıntılı olur. Herbirimiz ölçüyle tartıp, olaylara, kaydettiğimiz ölçü ile tepki veriyoruz. Saygı ise bizim kendimize ait olan ölçülerin neticesinde ortaya çıkan bir şeydir. Toplum baskısıyla hareket etmek durumunda kaldığımızı unutmuyorum. Genel itidali belirleyen şey aileden başlayarak mahalle, cemaat, devlet tarafından ortaya konulan yazılı ya da yazısız kurallar bütününden oluşur. Burada ele almak istediğim şey ölçülülüğün ne olduğu değil, aksine saygı üzerine birkaç şey söylemek. Saygı, sözlükte sevgi duygusu, hürmet, ihtiram olarak geçiyor. Fakat bizler bu sevgiyi kime, kimlere gösteriyoruz? İtidalli davranmamıza sebep olan olaylar nelerdir, kişiler kimlerdir? Aklıma takılan bu soruların cevapları beni insanlardan, toplumdan iğrendiriyor. Bizim hürmetimize sahip olmayanlara saygıyı göstermemizin sebebi, öğretilerdir. Çevre bize nasıl davranmamız gerektiğini şartlandırır, eğitim bize ezberleti...

Sevgi Üzerine

Resim
Picasso Gözün göze bakması gibi tenin de tene dokunması gerek. Sevgi aktarımının tamamlanması için bu şarttır. Tokalaşmak, kucaklaşmak, el öpmek, parıldayan gözlerle bakmak muhabbet kapıların açılmasını sağlar. Bazı insanların evde hayvan beslemelerine şaşmamak gerek. Bir muhabbet kuşunu omzuna kondurup birbirlerine öpücük vermesine artık şaşırmıyorum. Köpeğin yüzünü yalamasından hoşlanırlar, kedinin sırnaşmasına ses etmezler, kuzuyu dahi kendi çocuklarından daha çok seven insanları görmek artık sıra dışı değil; çünkü hayvanlar sevgi iletimini kolayca başarırlar. Bizler, bizler ise aşırı ilgi gösterdiğimiz zaman yalakalıkla yaftalanırız. Bu sevgi yoğunluğu altından ne çıkacak acaba endişesini taşırız. Sevgisiz büyüdüğümüz için sevginin, sevmenin ne demek olduğunu bilmeyiz. Ve bu tip davranışlara -nasıl geldiği önemli değil- olumsuz bakış açısıyla yaklaşırız. Eğitimimiz (sevgisizlik eğitimi) çocukken başlar, gençken terbiye edilir ve olgunluğa eriştiğimizde kasvetli, sert, duvar gibi in...

Dünyaya Neden Geldik?

Resim
Kendimi akıntıya karşı yüzüyormuş gibi hissediyorum. Çığın geldiği yöne doğru yürüyorum. Dağın en dik yerinden çıkmaya çalışıyor ve rüzgârı arkama almam gerekirken tam tersi, karşıma alıyorum. Aslında bu şekilde olmaması gerekiyordu. Kesinlikle… Ama böyle; hayat acımasız, sahibi tarafından eşeğe yüklenen ağır bir yük gibi sırtımda. Tüm bu yaşamım tam bir yanılsama mı? Ben o şeylerin altında ezilmiş ve beynim bir illüzyon içerisinde olduğumu fark etmiyor mu? Hayal değil, hayır hayır! Tek tek hücrelerimde her şeyi hissediyorum; tüm acısıyla, tadsızlığıyla her şeyi… her şeyi… Siyah beyaz bu dünyada bir tek ben yokum. Yokumdur değil mi? Benim gibi, varsaydıklarımı, gördüklerimi, yaşadıklarımı, yaşattıklarını, sıkıntısıyla, eziyetiyle, anlamsızlığıyla yaşayan bir tek ben değilimdir. Evet, herkes mutlu olmayabilir, çoğu zaman üzüntüyle, komşu dahi olsalar onlardan hiçbirinin benim duyumsadığım o şeylerle birlikte var olduklarını zannetmiyorum. Asla. Anlamadığım onların başarabildiği şeyi ben...

İyi İnsan da Kötü Olabilir

Resim
Kötü olanın kim olduğunu bilmiyorum. Bazen diyorum "kötü olan kişinin kendisidir" ama duygularım, nefsim, benliğim “Hayır, hayır!” diye bağırıp kötü olanın şu, o, bu, onlar, şunlar, bunlar, falancalar, filancalar olduğunu söylüyor. Ve uzun uzun düşündüğüm zaman kendime hak veriyorum. Kötü olan ben olamam, kötü olan o… Savunma ve saldırı vazgeçilmez bir ikilidir. Sadece savunma ile savaş kazanılamayacağı gibi sadece saldırı ile de muzaffer olunmaz. Saldırıdan sonra netice kötülük ya da iyilik doğduysa, artık hangisi olduysa, kişinin egosu devreye girer ve gayrıihtiyari şekilde savunma mekanizması çalışır. Öncelikle içten içe kötülüğün müsebbibinin, vücudun tüm hücrelerine varıncaya kadar kişinin kendisi olmadığına ikna eder. Buna inandıktan sonra savunmayı bir üst kademeye taşırız: Başkalarını suçlamak. Herkes ama şeksiz şüphesiz herkes kendisini zirvede görür. Bu durum da gayet doğaldır. Bu fikrin neticesinde de birey tabii olarak kendisini kötü görmez. Keza bilfiil kötülük d...

Hepimiz Kötüyüz

Resim
Hangisinin daha kötü olduğuna karar veremedim. Belki de kötü olan şu bu olarak ifade ettiğimiz şeyler olmayabilir, kötü olan insanın ta kendisi olabilir. Pek çoğunuz bu düşüncemi şeksiz kabul edersiniz. Ama neyi kabul ettiğinize dikkat edin, çünkü siz de insansınız. Bu tür negatif önermelere kendimizi hiçbir zaman dâhil etmeyiz. Eğer bir işte, olayda, davranışta sorun varsa o sorunun özünde ene yoktur. İlginç olan ve beni en çok şaşırtan durum ise bozulmanının sebebini karşı tarafta görmemizdir; biz ise hep mağdur olanızdır. Kendimizi asla zalim olarak bildirmeyiz, zaferimizde bile. İşin daha ilginç olanını size söyleyeyim. Olur da yenilenler tarafında değil, az bir grup olan yenenler arasında kendinizi bulduysanız, sizin hiçbir şey izah etmenize gerek olmaması. Diğerleri, yani cephenin kaybedenler tarafında olanlar sizleri göklere çıkaracaktır. Hayatlarınıza gıpta ile bakacaklar, karşınızda saygıyla eğilecekler, kelimelerinde dalkavukluğun âlâsını yapacaklar, sizleri ululayacaklar. Ta...

Öğrenmek Hakkında Kısa Bir Deneme / Farkındalık

Resim
Salvador Dali Öğrenmek nedir? Öğrenmek, kelime anlamıyla bilgi edinmek, bellemek, yetenek, beceri kazanmak ve haber almak olarak geçiyor. Bu anlamlarıyla inceleyecek olursak herkesin bir şeyler öğrenmek için yola çıktığını düşünebiliriz, ama gerçekte öyle değil. Çocukluktan itibaren öğrenme yoluna başladığımız söylenebilir, okul ile bu zirveye çıkar ve hayatımızın neredeyse tamamı öğrenmek üzerinde kurgulandığı anlatılır. Öğrenmek, yokluğu farkında olmakla başlar. Dünyayı ilk fark ettiğimiz zamanda bir şeyler öğrenmek isteriz. (En azından bize bu şekilde açıklanıyor.) Gerçekte ise amacımız öğrenmek değil yaşama dürtüsüdür. Etrafımızı anlamak için çaba sarf ederiz. Eksikliğin varlığını bilmeyiz, aksine her şeyin olması gerektiği gibi ilerlediğini zanneder ve etrafımızı keşfetmeye başlarız. Devlet tarafından zorla alıkonulana kadar ilk çocukluk dönemimiz bu şekilde geçer. Şunu eklememe izin verin. Bebeklik döneminden sonra uyum sağlamakta zorluk çekeriz. Otorite burada kendisini gösterir...

Biz Kimiz?

Resim
Anghiari Savaşı Tablosu (Leonardo da Vinci) Dünya iyi insanlara göre değil. Kişi eğer biraz bencil, biraz narsist, biraz büyüklenme vs. olmasa dünyada birey olamaz. İmkanı yok. Aslında düşünecek olursak iyi insanın olmadığı sonucuna varmamız gerekiyor; çünkü, zihnimizde canlandırdığımız iyi figürünün bir illüzyon olduğu gerçeğine varırız. Özeleştiride bulunmak en zor olan kısımdır. Ama başkalarına bakıp onların kusurlarını görmek çok daha kolaydır. Kusur diyorum; fakat bunların kusur olmadığını herkes biliyor. İçten içe kusur olarak tanımlanan o davranışların eksikliğini içimizde hissederiz. Ve öz benliğimizde bunların neden bizde olmadığını düşünürüz. Yaşadığımız topluluğun içerisinde uyum sağlayabildiğimiz ölçüde onların arasında sınıflanıp var oluruz. Öncelikle kendi çevremizdeki insanlarla kıyasa girişiriz. Yabancıları (sınırımızın dışında kalanlar) göz ardı etmek ya da övmek çok daha kolaydır. Zor olan kendi çevremizdekileri, kendi topluluğumuzdakileri yok saymak. İşte asıl yarış ...

Kurtlar Vadisi Üzerine Dipnot

Resim
Not: İzlediğim bir belgesel çalışması üzerine kaleme aldım.* Belgesel niteliğindeki bu çalışma güzel olmuş. Özellikle hikaye bölümü beni etkiledi. Kurtlar Vadisini hiç izlemedim. Şimdi izler miyim? Hayır! Nitekim bahsetmiş olduğu Breaking Bad gibi dizileri de izlemedim ve izlemem. Sadece 2004 yapımı Lost dizisini izlemeye başladım (2 sezon sonra ara verdim ama izlemek istiyorum -izler miyim bilmiyorum-). Belki yabancı hayranlığından olabilir ama Prison Break'ın çok daha güzel bir dizi olduğunu düşünüyorum. Kurtlar Vadisi'nin neden Türkçeyi en iyi kullanan bir dizi seçilmiş olduğunu anlamasam da diğer Türk dizilerine bakınca doğru olduğuna inanırım.  Müzik kötü değil ama Titanic filmindeki müzikler gibi insanın kalbine de işlemiyor. Dizinin sade bir anlatımla çekilmiş olması, müziklerin halkın genel kabul görmüş eserlerden seçilmesi izleyiciler tarafından sevilmesi için güçlü bir etken oluşturmuştur. Oyunculuk -bir kaç kişinin dışında- birbirlerini tamamlayan çok iyi usta kadro ...

Özgürleşmek İçin Haydi Kalk

Resim
Kapana kısılmış gibiyim. Dört taraftan saldırı altındayım. Herkes, her şey bana saldırıyor. En ufak bir şeyden etkileniyor, hafif bir esintiden yıkılacak gibi oluyorum. Bulunduğum yer dar geliyor. Enginlere sığamıyorum ama taşamıyorum da… Bir şey var. Bir engel beni durduruyor. İlerlemek, keşfetmek, fethetmek istiyorum olmuyor. Nedeni nasılını bilmeden bir şekilde çekiliyorum. Bazen sırtıma vuruyorlar, kafama kafama vurdukları da oluyor. Hiçbir şey yapmadıkları hâlde kalkmadığım, gitmediğim anlar da var. Öylesine bir bezginlik hâli tüm benliğimi sarmış. Ama Dante’nin şu sözlerini okuyorum. “Silkip at üstünden tembelliği” dedi ustam, “Kuş tüyü üstünde, yorgan altında kavuşulmaz üne. Usta, iyi de nasıl? Nasıl? Yorganım yok ki saklanayım. Tembellik edecek zamanım olmadı ki üzerimdeki tozu atar gibi tembelliği atayım. Hayır! Bu değil. Araftan çıkmanın bedeli bu kadar kolay değil. Sanki her köşebaşını zebaniler tutmuş geçit vermiyorlar. Gökyüzünün bu kadar karanlık olduğunu bilmezdim. Gündü...

Bana Ne, Sana Ne

Resim
Trenin kapıları kapanmadan son anda kendimi içeri atttım. Tek tük kişiler dışında içerisi neredeyse boş. Kapı tarafındaki koltuğa oturdum. Karşımda genç bir kız ile genç bir oğlan birbirlerine sokulmuş oturuyorlar. Kız bazen çocuğun boynuna, bazen de oğlan kızın yüzüne öpücükler konduruyor. Kızın başındaki siyah başörtüsü saçlarını kapatıp boynunu tamamen gizlemiş. Kızın telefonu çalıyor. "Efendim baba" dediğini duyuyorum. Oğlan buna nispet elini kızın dudaklarına götürüyor. Kız oğlanın elini öpüp alnına koyuyor. Kızın konuşması bittikten sonra oğlanla eğleşmelerine devam ediyor. Canım dediğini, aşkım dediğini duyuyorum. Sonra, her genç gibi telefonu ellerine alıyorlar. Her ikisinin de aynı oyunu oynadığını düşünüyorum. Kız gözünü ve parmaklarını telefondan ayırmayıp "bu yaptığın ayıp" diyor. Oğlanın ne dediğini anlamıyorum ama heyecanla telefonla oynayıp, heyecanla konuşmaya devam ediyorlar. Tren duraklarda durdukça içerideki yolcuların sayısı artmaya, boş koltukla...

Haydi, Mezarlık İçin Para Biriktirmeye

Resim
Kapitalizm her şeyin değerini para ile ölçer. Ev, araba, giysiler senin değerini yaşarken gösterdikleri gibi satın alınan mezarlık da kapitalizmdeki yerini öldükten sonra göstermeye devam eder. Ucuz, hatta beleş mezarlıklar kimsesizler, yersizler, yurtsuzlar içindir. Sen, kimsesiz olmayan sen! Tüm yaşamını kapitalizme harcayan sen! Mezarın farklı olmalı... Kapitalizm her tarafımızı sardı ve İslam'ı dahi onun (Kapitalizmin) kriterlerine göre anlamlandırıyoruz. Önce ölen önce kapar anlayışıyla mezarlıklar satılmıyor. Mezarlığın yerine göre kıymeti değişiyor. Şehirden uzak, yol gitmez, kervan geçmez bir yer ile şehrin merkezindeki mezarlık aynı değere sahip olamaz. Eğer bir şeye talep varsa değeri artar; eğer bir şeyin değeri ortaya çıkacak olay vukuunda anlaşılıyorsa kıymeti artar. Sen, ölmüş olan sen ise mezarlığını satın almak zorundasın; çünkü herkese lazım. Böylesine gözde bir iş kolunu kapitalizm göz ardı edemez ve ölüler için ayrılan yerleri yüksek, hatta en yüksek fiyattan sat...

Ben Kime İnanıyorum

Resim
Dün akşam oğlumla ufak bir sorun yaşadım. Bana, IV. Mehmed döneminde, bir gün içinde halkın gözleri önünde çınar ağacının her bir dalına insanları astıklarını söyledi. Kendisine inanmadığımı belli ettim. Böyle bir şey yapmazdım ama yapmış oldum. Belki de olayın vahşiliğini aklım kabul etmediği için inanmadım, ama ne olursa olsun çocuğu üzdüm. Kendisine farazi bilgiler yerine doğru, kanıtı olan bilgilerle konuşmasını istedim. Kendi bilgisinin doğrululuğunu ispatlamak için kanıtlar bulup gözümün önüne attı. Ve o an oğluma neden inanmakta güçlük çektiğimi düşündüm. İbn Haldun mukaddimesinde insanın üç şeyin peşinden gittiğini söyler. Aklımda kaldığı kadarıyla mealen şöyleler: 1. Güç sahibi olanların 2. Mal sahibi olanlar 3. Erdem, Karakter sahibi olanlar Kitabında bunların açıklamasını tafsilatlı şekilde yapıyor, fakat ben neden inanmakta güçlük çektiğimiz üzerinden yorum yapmak istiyorum. Aslında İbn Haldun'un yaptığı bu tasnif üzerine çok fazla söz söylemeye gerek yok; fakat ben çoc...