Sızı
Her bir insanın kalbinde o sızı var! Herkesin! Olmalı. Bu ızdırabı sadece ben yaşıyor olamam! Gülerken o yaranın yaymış olduğu acının hafif kekremsi tadını dilimde hissederim. Eğlenirken, dans ederken, spor yaparken, kahkahalarımın arasında, arkadaşlarla birlikteyken dahi sızı hep içimde. Yürürken, dururken, yatarken, hatta kavga ederken bile hafif ve ince bir ağrı benimle birlikte. Ve bunun alışılacak bir tarafını keşfedemedim. Tam alıştım dediğin zaman acı bir anda büyüyor, büyüyor ve kalbin patlayıp içerde saklanan tüm hançerler diğer organlara saplanıyor. Şükürler olsun ki bu gibi anlar çok az…
Mazoşist değilim; bu ağrı vücudumu erittiği gibi hayatımı da çekilmez hale getiriyor. Tanıdığım tanımadığım insanların muhtaç hayatları sızıyı çoğaltıyor; Gazze’deki katliam, bir kocanın karısını acımasızca öldürmesi, annenin çocuğuna kızması, yapılan alaylar, dalavereler, bağrışmalar, hakaretler, yumruklar, tekmeler sızıyı artırdıkça artırıyor.
Öyle bir an geliyor ki, güneşin kendini göstermemesi, yağmurun toprağa düşmekten kaçınması, rüzgârın bile saklanması derdimi katlıyor. Yumruk kadar yüreğime kocaman bir taş konmuş gibi hissediyorum. Ağaçların gölge vermemesi, çiçeklerin açmaması, kuşların sessiz kalmaları dahi beni hüzünlendiriyor.
Fakat ay inatla etrafımızda dolaşıp duruyor. Güneş hâlâ yanıyor. Gündüz gece birbirini takip ediyor, kışın ardından yaz geliyor. Bir şeyler hep hareket hâlinde; insana rağmen devinim devam ediyor. Ve ben... aynı yerde duruyorum, hareket etmeden, bir şey yapmadan. Biliyorum, kuş tüyü üstünde yorgan altında kavuşulmaz üne. Ustasının Dante’ye dediği gibi silkip atmalı üstünden tembelliği! Ama sızı izin vermiyor; acı hareketsiz bırakıyor. Ne zaman bir şey yapmak istesem bağrım yanar, elim tutulur, ayaklarım kaskatı olur; diğer tarafta ise insanlık koşuyor, milletler ayağa kalkıyor. Bu canlılık ölmeme izin vermiyor.
Şöyle hafifçe dizlerimin üzerine dikilsem, ayağa kalkmaya çalışsam ağrının arttığını, hareket ettikçe vücuduma yayıldığını hissederim. Korkuyla dizlerimin bağı çözülür, olduğum yere çökerim. O zaman gözlerimden yaşlar akar, içten içe ağlarım. Bilirim kalkmam gerektiğini, dikilmeli ve güneşin sıcaklığını göğsünde hissetmeli; ama olmaz. Bugünümüz dünümüzle aynı olmaya devam eder.
Canlılığımız, bize izin verildiği kadardır. Gülmemiz, eğlenmemiz, oynamamız, hatta kazanma arzumuz da belli bir sınırın içerisinde hapsolmuştur. O sınırı aşamaz, göremez, hayalini dahi kuramayız. Birilerin kuklasıyızdır, maşası, oyuncusu, kölesiyizdir. Ölüyüzdür ama yaşadığımızı zannederiz. Dumanın havada, köpüğün suda bıraktığı iz gibi bir iz bırakırız. Bunun bilincinde olmak sızının artmasına neden olur.
Yolumuz uzun ama yolculuk yapmaktan biçareyiz. Merdivenler çok ama basamakları çıkmaktan aciziz. Kalkmalı, bedenimizin ağırlığını hissetmeliyiz. Bu sızıdan kurtulmalı, endişeleri yenmeliyiz; ancak o zaman gökyüzüne bakabilir, yıldızları görebiliriz. Eyleme geçmeli düşüncemizin doğmasına fırsat vermeliyiz; ama yapmayız, bir şeyler sesimizi keser, fikrimizi dağıtır, hareketemizi böler. Canlı olduğumuzu kanıtlaması gereken sızının korkuyla bizi engellediğine şahit oluruz. Dante’nin “Haydi kalk!” haykırışı uzaktan gelen bir nida olarak kalır.
Kalemine sağlık yazar adayı
YanıtlaSil