Dünyaya Neden Geldik?
Kendimi akıntıya karşı yüzüyormuş gibi hissediyorum. Çığın geldiği yöne doğru yürüyorum. Dağın en dik yerinden çıkmaya çalışıyor ve rüzgârı arkama almam gerekirken tam tersi, karşıma alıyorum.
Aslında bu şekilde olmaması gerekiyordu. Kesinlikle… Ama böyle; hayat acımasız, sahibi tarafından eşeğe yüklenen ağır bir yük gibi sırtımda.
Tüm bu yaşamım tam bir yanılsama mı? Ben o şeylerin altında ezilmiş ve beynim bir illüzyon içerisinde olduğumu fark etmiyor mu? Hayal değil, hayır hayır! Tek tek hücrelerimde her şeyi hissediyorum; tüm acısıyla, tadsızlığıyla her şeyi… her şeyi…
Siyah beyaz bu dünyada bir tek ben yokum. Yokumdur değil mi? Benim gibi, varsaydıklarımı, gördüklerimi, yaşadıklarımı, yaşattıklarını, sıkıntısıyla, eziyetiyle, anlamsızlığıyla yaşayan bir tek ben değilimdir. Evet, herkes mutlu olmayabilir, çoğu zaman üzüntüyle, komşu dahi olsalar onlardan hiçbirinin benim duyumsadığım o şeylerle birlikte var olduklarını zannetmiyorum. Asla.
Anlamadığım onların başarabildiği şeyi ben neden başaramıyorum? Neden onlar gibi mutlu olamıyorum? Neden mutluluk denilen o mevhumdan bu kadar çok uzağım. Dünyaya neden geldik? Mutlu olmak için değil mi? Huzur içerisinde, kardeşçe, insanca yaşamak için değil mi? Televizyonlarda gördüklerimiz, perdelerde izlediklerimiz, sayfalarda okuduklarımız, bize anlatılan tüm mutlu hayatlar yalandan mı ibaretti? Yoksa kendimi mi kandırıyordum.
İnsan, en usta yalanı kendisine söyler. İnsan, kendi kendisinin yalancısıdır. Belki de yalancı olmak gerek. Yoksa şu yaşandığı varsayılan hayatları nasıl yaşayabiliriz. Hemen yanı başımızda biri dert yanarken içten içe onun sahtekar olduğuna nasıl inanabiliriz?
Kimse yalancı değil. Rahatta kalabilirsiniz. Ne ben bir namussuzum ne de sizler birer üçkağıtçı. Herkes kendi dünyasını kurgular ve orada yaşar. Mutluluğu orada bulurlar. Hiç kimse neşeyi birlikte yaşamaz.
Topluluk içerisinde yaşamak istememizin tek sebebi güvenliğimizi, yiyeceğimizi, giyeceğimizi sağlamak içindir. Eş, çocuk sahibi olmamızı arzular belirler; güce olan tutkumuzdan dolayı konuşuruz; başarıyı bulmak için çalışırız… Ve o kahrolasıca soru zihnimi meşgul eder. Neden geldik? Dünyada neden yaşıyoruz?
Cevap çok basit. Etrafa bakınca bunu net bir şekilde görebiliyorum. Mutlu olmak için… Ben bu cevaptan mutmain olamıyorum. Bir şey beni rahatsız ediyor. Cevap bu kadar basit, kolay olamaz, olmamalı; çünkü bizden önce nice insanlar eziyet çekti. Dünyanın yarısı köleydi. Bugün de zulüm tüm şiddetiyle devam ediyor. Bir kısımın mutluluğu için çoğunluğun mutsuzluğuyla dünya var olamazdı!
Bugün nehir çok hırçın. Çok daha hızlı akıyor. Kulaç atmaktan vazgeçtim. Akıntının kulakları sağır eden o sesi diğer insanların sesini bastırıyor. Tek düşündüğün nefes alabilmek, hayatta kalmak. Ama… Ama yanımda hızla geçen şu kişi elini bana uzattı. Tutmadım elini. Başını nehrin yıkamış olduğu kayaya sertçe çarpışını görüyorsun. Kafanın kırılırken çıkardığı o sesi gürültüye rağmen yine de duyuyorsun. O zaman hemen kulaç atmaya başlıyorsun. Bu kadar kolay olamaz diyorsun.
Eğer mutluluk kendini bırakmaksa ben bırakmıyorum. Ben mutlu olamam. Başkaların kaybedişleriyle olamaz. Varsın kendimi kandırmaya devam edeyim. Birileri ağlarken ben gülemem. Tüm bu yaşanan vicdansızlık karşısında az gülüp çokça ağlamalıyız. Mutlu olmak için değil insan gibi yaşamak için geldik. Hepsinden öte “kul” olmak için varız. Anlayana…
mutluluk elbette duyguların sultanı ama duygular mutluluktan ibaret değil. olumlu, olumsuz birçok duygu var. bazen hüzünlenmek, acı çekmek, hayal kırıklığına uğramak, kızmak da güzel. tüm duygularını doyasıya tatmak ve sevdiklerimizi daha fazla yaşamak için de çabalamak gerekiyor elbette. ama en önemlisi de yazının sonunda belirtildiği gibi bu duyguların yaratıcı ile kurulan bağda işlevsel olması, anlam kazanması, insanı huzura kavuşturması olsa gerek..
YanıtlaSil