Kayıtlar

Saygı Üzerine

Resim
Ölçü bir insanın hâlini belirler. Eğer ölçüsü yoksa budaladır. Ölçüsü çok daha fazlaysa kasıntılı olur. Herbirimiz ölçüyle tartıp, olaylara, kaydettiğimiz ölçü ile tepki veriyoruz. Saygı ise bizim kendimize ait olan ölçülerin neticesinde ortaya çıkan bir şeydir. Toplum baskısıyla hareket etmek durumunda kaldığımızı unutmuyorum. Genel itidali belirleyen şey aileden başlayarak mahalle, cemaat, devlet tarafından ortaya konulan yazılı ya da yazısız kurallar bütününden oluşur. Burada ele almak istediğim şey ölçülülüğün ne olduğu değil, aksine saygı üzerine birkaç şey söylemek. Saygı, sözlükte sevgi duygusu, hürmet, ihtiram olarak geçiyor. Fakat bizler bu sevgiyi kime, kimlere gösteriyoruz? İtidalli davranmamıza sebep olan olaylar nelerdir, kişiler kimlerdir? Aklıma takılan bu soruların cevapları beni insanlardan, toplumdan iğrendiriyor. Bizim hürmetimize sahip olmayanlara saygıyı göstermemizin sebebi, öğretilerdir. Çevre bize nasıl davranmamız gerektiğini şartlandırır, eğitim bize ezberleti...

Kurtlar Vadisi Üzerine Dipnot

Resim
Not: İzlediğim bir belgesel çalışması üzerine kaleme aldım.* Belgesel niteliğindeki bu çalışma güzel olmuş. Özellikle hikaye bölümü beni etkiledi. Kurtlar Vadisini hiç izlemedim. Şimdi izler miyim? Hayır! Nitekim bahsetmiş olduğu Breaking Bad gibi dizileri de izlemedim ve izlemem. Sadece 2004 yapımı Lost dizisini izlemeye başladım (2 sezon sonra ara verdim ama izlemek istiyorum -izler miyim bilmiyorum-). Belki yabancı hayranlığından olabilir ama Prison Break'ın çok daha güzel bir dizi olduğunu düşünüyorum. Kurtlar Vadisi'nin neden Türkçeyi en iyi kullanan bir dizi seçilmiş olduğunu anlamasam da diğer Türk dizilerine bakınca doğru olduğuna inanırım.  Müzik kötü değil ama Titanic filmindeki müzikler gibi insanın kalbine de işlemiyor. Dizinin sade bir anlatımla çekilmiş olması, müziklerin halkın genel kabul görmüş eserlerden seçilmesi izleyiciler tarafından sevilmesi için güçlü bir etken oluşturmuştur. Oyunculuk -bir kaç kişinin dışında- birbirlerini tamamlayan çok iyi usta kadro ...

Özgürleşmek İçin Haydi Kalk

Resim
Kapana kısılmış gibiyim. Dört taraftan saldırı altındayım. Herkes, her şey bana saldırıyor. En ufak bir şeyden etkileniyor, hafif bir esintiden yıkılacak gibi oluyorum. Bulunduğum yer dar geliyor. Enginlere sığamıyorum ama taşamıyorum da… Bir şey var. Bir engel beni durduruyor. İlerlemek, keşfetmek, fethetmek istiyorum olmuyor. Nedeni nasılını bilmeden bir şekilde çekiliyorum. Bazen sırtıma vuruyorlar, kafama kafama vurdukları da oluyor. Hiçbir şey yapmadıkları hâlde kalkmadığım, gitmediğim anlar da var. Öylesine bir bezginlik hâli tüm benliğimi sarmış. Ama Dante’nin şu sözlerini okuyorum. “Silkip at üstünden tembelliği” dedi ustam, “Kuş tüyü üstünde, yorgan altında kavuşulmaz üne. Usta, iyi de nasıl? Nasıl? Yorganım yok ki saklanayım. Tembellik edecek zamanım olmadı ki üzerimdeki tozu atar gibi tembelliği atayım. Hayır! Bu değil. Araftan çıkmanın bedeli bu kadar kolay değil. Sanki her köşebaşını zebaniler tutmuş geçit vermiyorlar. Gökyüzünün bu kadar karanlık olduğunu bilmezdim. Gündü...

Bana Ne, Sana Ne

Resim
Trenin kapıları kapanmadan son anda kendimi içeri atttım. Tek tük kişiler dışında içerisi neredeyse boş. Kapı tarafındaki koltuğa oturdum. Karşımda genç bir kız ile genç bir oğlan birbirlerine sokulmuş oturuyorlar. Kız bazen çocuğun boynuna, bazen de oğlan kızın yüzüne öpücükler konduruyor. Kızın başındaki siyah başörtüsü saçlarını kapatıp boynunu tamamen gizlemiş. Kızın telefonu çalıyor. "Efendim baba" dediğini duyuyorum. Oğlan buna nispet elini kızın dudaklarına götürüyor. Kız oğlanın elini öpüp alnına koyuyor. Kızın konuşması bittikten sonra oğlanla eğleşmelerine devam ediyor. Canım dediğini, aşkım dediğini duyuyorum. Sonra, her genç gibi telefonu ellerine alıyorlar. Her ikisinin de aynı oyunu oynadığını düşünüyorum. Kız gözünü ve parmaklarını telefondan ayırmayıp "bu yaptığın ayıp" diyor. Oğlanın ne dediğini anlamıyorum ama heyecanla telefonla oynayıp, heyecanla konuşmaya devam ediyorlar. Tren duraklarda durdukça içerideki yolcuların sayısı artmaya, boş koltukla...

Haydi, Mezarlık İçin Para Biriktirmeye

Resim
Kapitalizm her şeyin değerini para ile ölçer. Ev, araba, giysiler senin değerini yaşarken gösterdikleri gibi satın alınan mezarlık da kapitalizmdeki yerini öldükten sonra göstermeye devam eder. Ucuz, hatta beleş mezarlıklar kimsesizler, yersizler, yurtsuzlar içindir. Sen, kimsesiz olmayan sen! Tüm yaşamını kapitalizme harcayan sen! Mezarın farklı olmalı... Kapitalizm her tarafımızı sardı ve İslam'ı dahi onun (Kapitalizmin) kriterlerine göre anlamlandırıyoruz. Önce ölen önce kapar anlayışıyla mezarlıklar satılmıyor. Mezarlığın yerine göre kıymeti değişiyor. Şehirden uzak, yol gitmez, kervan geçmez bir yer ile şehrin merkezindeki mezarlık aynı değere sahip olamaz. Eğer bir şeye talep varsa değeri artar; eğer bir şeyin değeri ortaya çıkacak olay vukuunda anlaşılıyorsa kıymeti artar. Sen, ölmüş olan sen ise mezarlığını satın almak zorundasın; çünkü herkese lazım. Böylesine gözde bir iş kolunu kapitalizm göz ardı edemez ve ölüler için ayrılan yerleri yüksek, hatta en yüksek fiyattan sat...

Ben Kime İnanıyorum

Resim
Dün akşam oğlumla ufak bir sorun yaşadım. Bana, IV. Mehmed döneminde, bir gün içinde halkın gözleri önünde çınar ağacının her bir dalına insanları astıklarını söyledi. Kendisine inanmadığımı belli ettim. Böyle bir şey yapmazdım ama yapmış oldum. Belki de olayın vahşiliğini aklım kabul etmediği için inanmadım, ama ne olursa olsun çocuğu üzdüm. Kendisine farazi bilgiler yerine doğru, kanıtı olan bilgilerle konuşmasını istedim. Kendi bilgisinin doğrululuğunu ispatlamak için kanıtlar bulup gözümün önüne attı. Ve o an oğluma neden inanmakta güçlük çektiğimi düşündüm. İbn Haldun mukaddimesinde insanın üç şeyin peşinden gittiğini söyler. Aklımda kaldığı kadarıyla mealen şöyleler: 1. Güç sahibi olanların 2. Mal sahibi olanlar 3. Erdem, Karakter sahibi olanlar Kitabında bunların açıklamasını tafsilatlı şekilde yapıyor, fakat ben neden inanmakta güçlük çektiğimiz üzerinden yorum yapmak istiyorum. Aslında İbn Haldun'un yaptığı bu tasnif üzerine çok fazla söz söylemeye gerek yok; fakat ben çoc...

Sen de mi Kuş!

Resim
Buz gibi havada kaldırım üzerinde otobüs durağına doğru gidiyorum. Kuşlar doğan güneşi selamlarcasına ötüyorlar. Farklı yerlerden gelen kuş sesleri gönlümü ferahlattı, ama biri var ki yanımdaki ağaçta sanki senfoni çalıyor. Dikkatimi çekti. Şakıyan kuşu görmek için durdum ve gözlerimi yapraksız ağacın dallarında gezdirdim. Ne de güzel ötüyor! Sonunda onu ağacın dalının en uç kısmında gördüm. Ağacın rengiyle boyanmış olan kuş görüldüğünü anlayınca birdenbire şakımayı kesti. Tombul ve gagası uzun bir kuş. Küçükte. Avucuma anca sığar. Fakat susması beni üzdü. Mübarek kuş beni fark edince şarkısını bana söylemekten kaçındı. Hayat ne zaman bana güldü ki, bir kuş bile sesiyle beni neden memnun etsin ki? Kuşun benden esirgediği o güzel sesini geride bırakıp yoluma devam ettim. Ayağımın altındaki katılaşmış betona daha sert vurarak oradan buruk bir gönülle uzaklaştım.

Aidiyet Üzerine Birtakım Öğütler

Resim
Sosyal medyada sevdiğim bir arkadaşın yaptığı paylaşım üzerine çok düşündüm. Akıllı, kültürlü bile olmak insanın içindeki aidiyet duygusunu ortadan kaldırmıyor. Gençsen aidiyet hissini yaşamak, yaşatmak istersin. Savaşlarda en ön safta gençler vardır. Meydanlarda en çok bağıran, yanlışa, hataya tahammül edemeyen gençlerdir. Yaşlandıkça, gücün azaldıkça bu duygu tamamen kaybolmuyor; ama kırmızı görmüş bir boğanın sakinleşmesi gibi duruluyor ve daha seçici oluyorsun. Bir yere, bir şeye ait olmak insanın elzem duyduğu bir duygudan çok daha fazlası ve insanı tamamlayan en önemli unsur olduğunu söyleyebilirim. Elbette varoluşumuzu tamamlayacak olan bu ilişkinlik hâlini nasıl ve ne şekilde var ettiğimiz çok önemlidir. Onun için aşağıdaki bazı öğüt denebilecek sözleri karaladım. Belki bazıları doğrudur… * Aşırı bir bağlılık gösterme. Mümkünse sempati bile gösterme. Eğriye eğri doğruya doğru de. Ama her ikisinde de aşırılığa kaçma. Hepsinden önemlisi hüküm verme; yani kesin kanıya varma. Gün g...