İyi İnsan Olmak Üzerine Bir Deneme
.jpg)
Bugün vapur ile karşıya geçme günüymüş. Ama geç kaldım. Eğer biraz daha vaktim olsaydı sahilden bir simit alır birazını ben, çoğunu martılara atardım. Güzel olmaz mıydı? Simitin bir parçasını havaya atıp martıların üçü beşi aynı anda, havada süzülen küçücük lokmayı kapmaları; fakat denizin dalgalarını kırarak ilerleyen vapura eşlik eden martılarla yolculuk etmek yerine, şu buz gibi demir yığının içinde ölmeden girdiğimiz çukurda sessizce gidiyorum.
Bugün bir sessizlik hâkim. Pazartesi diye mi yoksa saat 7.30 diye mi? Hoparlörden sıklıkla gelen kadının sesi ve trenin giderken ilerleyen o korkutucu sesi var. Sözde cam yapmışlar ama dışarıya baktığımda toprağı gizleyen betonun o ruhsuz şekline bakıyorum. Gökyüzünün enginliğinde uçan martıları göremiyor, seslerini duyamıyorum; sadece demir yığınına dizilmiş insanlar ve nerede olduğumuzu söyleyen robotik bir ses var. İnsanlar ise yorgun. Sabahın bu erken saatlerinde dinç olmaları gerekirken her birinin üzerinde bıkkınlık, rehavet, bir umursamazlık hâli.
Derin bir ah çekiyorum. Sohbet eden yok. Çıt yok. Martı yok. Gökyüzü hiç yok. Karanlığın içinde ilerleyen tren ve camlarında yansımalarımız var. Ben soğuk. İnsanlar soğuk. Her birimizde montlar. Kimse kimseyi tanımıyor. Tanısak ne olacak ki, hemen bir efendilik, hemen bir beylik. Elimizdeki simit tanesini atar gibi birbirimize atardık. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez misali herbirimizin ellerine bakardık. Eğer eli boşsa sırtımızı dönerdik. Ama martılar öyle değil. Her biri uçarak gelir. Her biri ayrım yapmadan gelir. Zenginsin, fakirsin, makam sahibisin fark etmez diyerek gelir. Çünkü onlar insanları bir olarak görüyor. Bir hiç olarak görüyorlar. Onların gözünde bizler yalnızca insanız.
İnsan. İnsanız. Fırsat olsa şu trenin içindeki küçük grup birbirini boğazlar. Eğer birlikte çalışmak zorunda kalsaydık yapardık. Şu an zorunda değiliz. Birbirimizi tanımak zorunda değiliz. Şimdilik trenden gelen o mekanik sesin talimatlarına göre hareket ediyoruz; ama içimizden biri çıkıp efendiliğini gösterse hemen kavganın kıvılcımları çıkar. Hemen. Çünkü biz, martının gözünde tek olan biz insanlar, kendi aramızdayken çok oluyoruz. Tek olamıyoruz. Herkesiz ama bir o kadar da tekiz.
Orta Çağ dönemini güçlünün ayakta kaldığı bir dönem olarak görürdüm. Yalan! Her çağ güçlünün kendini gösterip, mazlumun, zayıfın ezildiği dönemdir. Her dönem menfaatlerin öne çıktığı, paranın, iktidarın hakim olduğu çağdır. Tek doğru olan şey geçmiş dönemlerde olduğu gibi bu dönemde de kötülüğün kol gezdiğidir.
Kötülük her yanımızda. Tanıdığın herkes kötü. Çünkü tanıdıkların insan. İnsan kötüdür. Hayvanlar da kötüdür. Örneğin bir martı olsaydın içlerindeki kötülüğü görürdün. Havada uçan simit parçasını alabilmek için nasıl da zalim olabildiklerine bak! İnsan da kötü.
İnsanın diğer hayvanlardan farkı seçilmiş olması. Allah'ın verdiği emaneti alması. Tek farkımız bu. Bizi hayvan sınıfından ayıran o kutsal şey sayesinde hayvanlıktan kurtulduk. Gerçekte ise öyle değil. İçimizde var olan o hayvani duygularla yaşıyoruz. Derdimiz Allah'ın bize verdiği emaneti bilmek değil; onu korumak: Yakıldığı zaman ses etmek, hakarete uğramasını engellemek. Onun için emaneti dolabımızın rafındaki kullanılmayan o üst bölüme kaldırdık. Çünkü emanet kutsal. Hayvansal içgüdüyle ona hürmet etmek, onu korumak, tek bir sayfanın bile kirlenmesini önlemeliyiz.
Allah (c.c) ayet-i kerimesinde söylediği "O, sizin için güzel bir örnektir"i anlamadık ve Hz. Aişe validemizin "O, yürüyen bir Kuran'dı"yı duymadık. Çünkü biz kutsal emanetlere o kadar çok hürmet ediyoruz ki elimizin kiriyle dokunmaya haya ettik. İşte biz o kadar çok değer veriyoruz.
İneceğim durağa geldim. İnmeli ve hayvanlaşmalıyım. Elbette maskemi takacağım. İnsan kimliğiyle insan gibi dolaşacağım. Sınıfsal farklılığımı belli edecek, olmasa bile gücümü göstereceğim. Dövüş kaçınılmazsa dövüşeceğim (yenileceğimi bilsem bile). Üstünlüğün takva ile olduğunu elbette söyleyeceğim, ama insan olacağım.
İnsana en büyük iyilik de, en büyük kötülük de insandan geliyor. Hem insan insanın koruyucu meleği hem de insan insanın kurdu (homo homini lupus est)..
YanıtlaSilYazmak... şikayeti yazılarında biriktirmek, bir tür içe kapanma felsefesi haline gelmemeli. Kaydettiğiniz işbu cendereye eğer silah zoruyla iteklenseydik reddeder, isyan eder... al talimini ver tekmilini diyerek hamle ederdik. Ha silah zoruyla ha geçim zoruyla, hal bu hal, aynı. Peki elimizden gelecek olanı ardımızda bıraktıran ne diye sormalı değil mi insan?! Deprem bile kapitalizmin zehrine aydırmadı bizi mesela. İsmet Hoca soruyordu geçende; afete müdahalemiz ve bütün ülke halinde afetzedeler olarak birbirimize muavenetimiz kapitalizmin araçlarıyla ve yöntemleriyle işliyor ancak, bu nasıl iş diye.
YanıtlaSilZamanımızın, mana, öz ve hakikatlerden bihaber şuurlu olma bilincinden uzak, ben merkezci ve çok yönlü sömüren-sömürülen uygar olmayan modern insanı, pek de farkında olmadığı, sorgulamadığı; kapitalist sistemin kutsadığı tüketen modern itaatkar köleleri olarak kulluk bilincinin dışına çıkmış, çıkarılmış. Yaratılış gayesinden ve rehber edinmesi gereken rol modelden (s.a.v) habersiz, meşru ve gayri meşru tüm hedeflerine odaklanmış ve bu amaçla içi süslenmiş bir pop-yaşam labirenti içerisinde insani olmayan şartlarda nefsinin rehberliğinde ahlaki ve manevi değerlerden uzak dejenere olmuş normlarıyla karşısına çıkan her engeli her insanı çarparak kırarak ilerliyor. Ruhi ve kalbi bunalımlar içerisinde olan insan rafahı uğruna göz yaşı ve kan dökmekten geri kalmayıp yerine göre kendini feda edecek derecede bunalımlı bir yaşam tarzı sürdürüyor.
YanıtlaSil