İyi İnsan Olmak Üzerine Bir Deneme

Resim
The false mirror (1928), Rene Magritte Kendi karanlığımıza bakma cesareti üzerine Bu sabah arkadaşla telefonla muhabbet ediyoruz. Hırsızlık, yolsuzluk, emek, sömürü üzerinde hoş bir sohbet yapıyorduk. Sonuç olarak para sahiplerinin çalmaya odaklı yaşadıklarını söyledik. Fakat, kendisine “dikkat et!” dedim. “Paramız olmadığı için bu zenginlerin hırsızlıklarını/yolsuzluklarını kolayca eleştirebiliyoruz, ama biz para sahibi olduğumuz zaman benzer şeyleri yapmayacağımız ne malum?” dedim. Daha yeni duyduğum bir olay, muhafazakar bir insanın, çalıştığı şirket tarafından hem kendisinin hem de eşinin özel sigortası var. Bu kişinin ablası rahatsızlanıyor ve hakkı olmadığı halde ablasını, eşinin kimliği ile özel hastanede özel sigorta üzerinden tedavi ettiriyor. Peki, burada hak nerede? Gördüğümüz zengin insanların yapmış oldukları üçkağıtçılık olaylarını çok rahat konuşabiliyorken kendimizin yapmış olduğu dalavereliği görmezden geliyoruz. Yolsuzluk yapanların yerinde biz olsaydık, muhtemelen “i...

Ahlakı Dışarıda Bırak da Gel


“Ticarette doğruluktan ayrılmayan kıyamet gününde Peygamberlerle beraber olacaktır.” Hadisi Şerif

Ne kadar çok gürültü varmış. Otobüsün trafikteki, trenin metro ağındaki gürültüsü başımı ağrıtıyor. Bunları duymamak için insan insanla konuşmalı, ancak o zaman gürültüden rahatsız olmadan kendi cümbüşümüzü yaşarız. Makinelerin coşkusunu bastırabilmek için sesimizi yükseltiriz. Derdimiz sessizlik, huzur değildir; tek korkumuz sesimizden daha yüksek ses çıkartmaları. O zaman varlıkları tamamlanıp kendilerini fark edeceğiz. Şimdilik bizim sesimiz daha gür. Korkmak için henüz erken. Varsın bebekler gibi zırlayıp dursunlar.

Susarak bir şeyler anlatamayız. Makinelerimiz de öyle. Büyük bir gürültüyle, şaşaayla çalışırlar. İnsanın kopyasıdırlar. Sesi sesimizden fazla çıkmadığı müddetçe hoş görülür bir makinenin çalışması. Olur da sesini yükseltir, aynen insanın insana yaptığı gibi hemen biletini keserler. Gözünün yaşına değil, akıttığı yağları dahi önemsemezler. Hele ki sesi yükselsin. Önce bakıma alınır, çeki düzen verilmeye çalışılır. Baktı olmuyor hemen hurdaya ya da çöpe atılır. Atmak bu kadar kolay. Bozuk diye damgalamak işte bu kadar basit.

Eskiyen telefonu, çalışmayan buzdolabını, verimli olmayan bir bilgisayarı yenisi ile değiştiririz; daha iyisi, daha güçlüsü ve dahi daha güzeliyle. Bu bizim karakterimize yer etti. Aynısını çalıştırdığımız bir işçiye, işverene, firmaya da yaparız. Daha iyisini, daha güçlüsünü ve dahi daha güzelini ararız.

Bir film izlemiştim. Şirket yöneticisi iş verdiği bir firmayla olan bağını kesmek ya da o firmayı değerinden daha düşük fiyata satın alabilecekken vazgeçiyor. Her şey olması gerektiği(!) şekilde, firmanın da emeğini vererek çalışmaya karar veriyor. Fakat firmanın ortaklarından biri "İnanmıyorum! Kesinlikle bu işte bir hinlik var!" diyerek durumu kabullenmekte güçlük çekiyor. Evet, inanmayız; çünkü her birimiz fırsatları en iyi şartlarla(!) değerlendiriz. Malı alırken kazanmak, işçiyi verimliyken ucuza çalıştırmak, ürünü en pahalıya satmak gibi olumsuz işletme ilkelerine sahip olduk.

İstisnalar var. Daha geçenlerde, bir işverenin sara hastası olan işçisine keyfi izin kullanma hakkı vermekle birlikte maaşını da artırarak daha iyi şartlarda yaşamasına azami ölçüde dikkat ettiğini bir arkadaşım anlattı. Ama bunlar istisna. Bir, iki örnek dışına taşmayan güzel hareketler. Bunun aksine yapılması gereken şey şirketin faydasına olmayan durumdan kurtulmaktır. Tam verimli olmayan işçiyi kapı dışarı etmek, çalıştığı firmaları kendi yararına olacak şekilde kullanmak… Bunların yanlışlığını ya da doğruluğunu tartışmıyorum.

Herkes birbirini kullanma derdinde. Herkes en uyguna satın almak ve en pahalıya satma peşinde. Hepimiz en az iş yapmayı ve en çok çalıştırmayı istiyoruz. Ama hiç kimse İslamdaki kul hakkının ne olduğu bilmiyor. Çünkü piyasa şartları ismini kullanarak yapılan her türlü alengirli işleri kendisine mübah görüyor. Kanun diyor, şartlar diyor, ekonomi, döviz, rekabet diyor, diyor da diyor. Tüm bu düzen İslam'ın kurallarının olmadığı bir düzen. Tüm bu sistem batılıların emperyalizm anlayışıyla kuruldu.

Bazen bizler batılı (özellikle yahudi) iş adamlarından örnekler veririz. Kesinlikle bizim de almamız gereken ahlaki örneklerdir; fakat düzen, batılıların düzeni. İyi gibi görünen şeyin altında ele geçirme, sömürme vardır. Bizi onlardan ayıran en belirgin özellik: biz sözüm ona müslüman iş adamı kimliğiyle bu düzende fırsatları kovalayan girişimcilerimiz daha küçük hesaplar yaparak en alttan imkan oluşturmaya başlarken, belli bir birikime sahip batılı iş adamları da daha büyük düşünüp alttakilerin kendilerine biat etmelerin önünü açıyor. Biz ahlâkımızı işe gelmeden önce dışarıda bırakırken, onlar işteyken ahlak gömleğini giyiyorlar. İşçisinden işverenine küçük hesaplar yaparak kısa günün kârıyla geleceğimizi karartırken, onlar geleceğini aydınlatmak için yatırım yapıyorlar.

Her günümüz sorunlu, her yarınımız şüpheli. Kapitalizm İslamın önüne geçtiği için bir çatışma, bir kavga halindeyiz. Başarının, huzurun gelmemesi bu yüzdendir. Yapılması gereken şey çok basit. Ve bunun örnekleri de var: İslam kimliğini üzerinden çıkartıp atmak. (Namaz kılma, oruç tutma demiyorum. Bazı akideleri defterinden çıkartman yeterli.) Eğer bir işçi olarak bunu yapabilirsen yüksek maaşlar elde edersin; eğer bir işveren olarak bunu yaparsan yüksek kazançlar elde edersin. İki arada bir derede iş yürümez. Ya İslam olacaksın ya da olmayacaksın. Ya İslamın peşinden koşup ölene kadar mücadele vereceksin ya da diğerini seçip kısa sürede servet edeceksin. İki karpuz bir koltuğa sığmaz. Kolay olan nehrin aktığı yönde ilerlemektir. Zor olan nehrin akışına karşı yüzmektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğrenmek Hakkında Kısa Bir Deneme / Farkındalık

Haydi, Mezarlık İçin Para Biriktirmeye

İyi Insan da Kötü Olabilir