Kayıtlar

Öğrenmek Hakkında Kısa Bir Deneme / Farkındalık

Resim
Salvador Dali Öğrenmek nedir? Öğrenmek, kelime anlamıyla bilgi edinmek, bellemek, yetenek, beceri kazanmak ve haber almak olarak geçiyor. Bu anlamlarıyla inceleyecek olursak herkesin bir şeyler öğrenmek için yola çıktığını düşünebiliriz, ama gerçekte öyle değil. Çocukluktan itibaren öğrenme yoluna başladığımız söylenebilir, okul ile bu zirveye çıkar ve hayatımızın neredeyse tamamı öğrenmek üzerinde kurgulandığı anlatılır. Öğrenmek, yokluğu farkında olmakla başlar. Dünyayı ilk fark ettiğimiz zamanda bir şeyler öğrenmek isteriz. (En azından bize bu şekilde açıklanıyor.) Gerçekte ise amacımız öğrenmek değil yaşama dürtüsüdür. Etrafımızı anlamak için çaba sarf ederiz. Eksikliğin varlığını bilmeyiz, aksine her şeyin olması gerektiği gibi ilerlediğini zanneder ve etrafımızı keşfetmeye başlarız. Devlet tarafından zorla alıkonulana kadar ilk çocukluk dönemimiz bu şekilde geçer. Şunu eklememe izin verin. Bebeklik döneminden sonra uyum sağlamakta zorluk çekeriz. Otorite burada kendisini gösterir

Biz Kimiz?

Resim
Anghiari Savaşı Tablosu (Leonardo da Vinci) Dünya iyi insanlara göre değil. Kişi eğer biraz bencil, biraz narsist, biraz büyüklenme vs. olmasa dünyada birey olamaz. İmkanı yok. Aslında düşünecek olursak iyi insanın olmadığı sonucuna varmamız gerekiyor; çünkü, zihnimizde canlandırdığımız iyi figürünün bir illüzyon olduğu gerçeğine varırız. Özeleştiride bulunmak en zor olan kısımdır. Ama başkalarına bakıp onların kusurlarını görmek çok daha kolaydır. Kusur diyorum; fakat bunların kusur olmadığını herkes biliyor. İçten içe kusur olarak tanımlanan o davranışların eksikliğini içimizde hissederiz. Ve öz benliğimizde bunların neden bizde olmadığını düşünürüz. Yaşadığımız topluluğun içerisinde uyum sağlayabildiğimiz ölçüde onların arasında sınıflanıp var oluruz. Öncelikle kendi çevremizdeki insanlarla kıyasa girişiriz. Yabancıları (sınırımızın dışında kalanlar) göz ardı etmek ya da övmek çok daha kolaydır. Zor olan kendi çevremizdekileri, kendi topluluğumuzdakileri yok saymak. İşte asıl yarış

Kurtlar Vadisi Üzerine Dipnot

Resim
Not: İzlediğim bir belgesel çalışması üzerine kaleme aldım.* Belgesel niteliğindeki bu çalışma güzel olmuş. Özellikle hikaye bölümü beni etkiledi. Kurtlar Vadisini hiç izlemedim. Şimdi izler miyim? Hayır! Nitekim bahsetmiş olduğu Breaking Bad gibi dizileri de izlemedim ve izlemem. Sadece 2004 yapımı Lost dizisini izlemeye başladım (2 sezon sonra ara verdim ama izlemek istiyorum -izler miyim bilmiyorum-). Belki yabancı hayranlığından olabilir ama Prison Break'ın çok daha güzel bir dizi olduğunu düşünüyorum. Kurtlar Vadisi'nin neden Türkçeyi en iyi kullanan bir dizi seçilmiş olduğunu anlamasam da diğer Türk dizilerine bakınca doğru olduğuna inanırım.  Müzik kötü değil ama Titanic filmindeki müzikler gibi insanın kalbine de işlemiyor. Dizinin sade bir anlatımla çekilmiş olması, müziklerin halkın genel kabul görmüş eserlerden seçilmesi izleyiciler tarafından sevilmesi için güçlü bir etken oluşturmuştur. Oyunculuk -bir kaç kişinin dışında- birbirlerini tamamlayan çok iyi usta kadro

Özgürleşmek İçin Haydi Kalk

Resim
Kapana kısılmış gibiyim. Dört taraftan saldırı altındayım. Herkes, her şey bana saldırıyor. En ufak bir şeyden etkileniyor, hafif bir esintiden yıkılacak gibi oluyorum. Bulunduğum yer dar geliyor. Enginlere sığamıyorum ama taşamıyorum da… Bir şey var. Bir engel beni durduruyor. İlerlemek, keşfetmek, fethetmek istiyorum olmuyor. Nedeni nasılını bilmeden bir şekilde çekiliyorum. Bazen sırtıma vuruyorlar, kafama kafama vurdukları da oluyor. Hiçbir şey yapmadıkları hâlde kalkmadığım, gitmediğim anlar da var. Öylesine bir bezginlik hâli tüm benliğimi sarmış. Ama Dante’nin şu sözlerini okuyorum. “Silkip at üstünden tembelliği” dedi ustam, “Kuş tüyü üstünde, yorgan altında kavuşulmaz üne. Usta, iyi de nasıl? Nasıl? Yorganım yok ki saklanayım. Tembellik edecek zamanım olmadı ki üzerimdeki tozu atar gibi tembelliği atayım. Hayır! Bu değil. Araftan çıkmanın bedeli bu kadar kolay değil. Sanki her köşebaşını zebaniler tutmuş geçit vermiyorlar. Gökyüzünün bu kadar karanlık olduğunu bilmezdim. Gündü

Bana Ne, Sana Ne

Resim
Trenin kapıları kapanmadan son anda kendimi içeri atttım. Tek tük kişiler dışında içerisi neredeyse boş. Kapı tarafındaki koltuğa oturdum. Karşımda genç bir kız ile genç bir oğlan birbirlerine sokulmuş oturuyorlar. Kız bazen çocuğun boynuna, bazen de oğlan kızın yüzüne öpücükler konduruyor. Kızın başındaki siyah başörtüsü saçlarını kapatıp boynunu tamamen gizlemiş. Kızın telefonu çalıyor. "Efendim baba" dediğini duyuyorum. Oğlan buna nispet elini kızın dudaklarına götürüyor. Kız oğlanın elini öpüp alnına koyuyor. Kızın konuşması bittikten sonra oğlanla eğleşmelerine devam ediyor. Canım dediğini, aşkım dediğini duyuyorum. Sonra, her genç gibi telefonu ellerine alıyorlar. Her ikisinin de aynı oyunu oynadığını düşünüyorum. Kız gözünü ve parmaklarını telefondan ayırmayıp "bu yaptığın ayıp" diyor. Oğlanın ne dediğini anlamıyorum ama heyecanla telefonla oynayıp, heyecanla konuşmaya devam ediyorlar. Tren duraklarda durdukça içerideki yolcuların sayısı artmaya, boş koltukla

Haydi, Mezarlık İçin Para Biriktirmeye

Resim
Kapitalizm her şeyin değerini para ile ölçer. Ev, araba, giysiler senin değerini yaşarken gösterdikleri gibi satın alınan mezarlık da kapitalizmdeki yerini öldükten sonra göstermeye devam eder. Ucuz, hatta beleş mezarlıklar kimsesizler, yersizler, yurtsuzlar içindir. Sen, kimsesiz olmayan sen! Tüm yaşamını kapitalizme harcayan sen! Mezarın farklı olmalı... Kapitalizm her tarafımızı sardı ve İslam'ı dahi onun (Kapitalizmin) kriterlerine göre anlamlandırıyoruz. Önce ölen önce kapar anlayışıyla mezarlıklar satılmıyor. Mezarlığın yerine göre kıymeti değişiyor. Şehirden uzak, yol gitmez, kervan geçmez bir yer ile şehrin merkezindeki mezarlık aynı değere sahip olamaz. Eğer bir şeye talep varsa değeri artar; eğer bir şeyin değeri ortaya çıkacak olay vukuunda anlaşılıyorsa kıymeti artar. Sen, ölmüş olan sen ise mezarlığını satın almak zorundasın; çünkü herkese lazım. Böylesine gözde bir iş kolunu kapitalizm göz ardı edemez ve ölüler için ayrılan yerleri yüksek, hatta en yüksek fiyattan sat

Ben Kime İnanıyorum

Resim
Dün akşam oğlumla ufak bir sorun yaşadım. Bana, IV. Mehmed döneminde, bir gün içinde halkın gözleri önünde çınar ağacının her bir dalına insanları astıklarını söyledi. Kendisine inanmadığımı belli ettim. Böyle bir şey yapmazdım ama yapmış oldum. Belki de olayın vahşiliğini aklım kabul etmediği için inanmadım, ama ne olursa olsun çocuğu üzdüm. Kendisine farazi bilgiler yerine doğru, kanıtı olan bilgilerle konuşmasını istedim. Kendi bilgisinin doğrululuğunu ispatlamak için kanıtlar bulup gözümün önüne attı. Ve o an oğluma neden inanmakta güçlük çektiğimi düşündüm. İbn Haldun mukaddimesinde insanın üç şeyin peşinden gittiğini söyler. Aklımda kaldığı kadarıyla mealen şöyleler: 1. Güç sahibi olanların 2. Mal sahibi olanlar 3. Erdem, Karakter sahibi olanlar Kitabında bunların açıklamasını tafsilatlı şekilde yapıyor, fakat ben neden inanmakta güçlük çektiğimiz üzerinden yorum yapmak istiyorum. Aslında İbn Haldun'un yaptığı bu tasnif üzerine çok fazla söz söylemeye gerek yok; fakat ben çoc