Başarı Yalanı

Metropolis 1916-1917 / Ressam George Grosz

Modern Dünyada Fırsat, Ayrıcalık ve Kimlik

Şehirde yaşam kırsal kesime göre çok zor. Burada büyük bir mücadele var. Kelimenin tam anlamıyla savaş halindesin. Köylü yaşamı hafife aldığım anlamı taşımasın. Köyde bile insanlar bir kargaşa halinde. Bir şeyler yapma telaşında; fakat şehirlerde bu hareketlilik çok çok fazla. Kavga ettiklerin, yarıştığın kişiler sayıca çoklar.

Üstün olmak, öndekini geçebilmek için başarılı olmak zorundasın. Şu ya da bu sebeple atik olmalı, uyanık kalmalısın. Bir tedirginlik hâli içerisindesin. Tek gözün açık uyumalı, her zaman hazır kıta beklemelisin. Köy hayatında yaşam zorsa şehirde yaşam çok daha güçtür.

Elindekiyle kıt kanat geçinemezsin. Komşun senden daha iyi kazanırken bunu yapamazsın. Üstelik, rakipler sosyal medya ile o kadar çoğaldı ki hangisiyle yarışacağını şaşırıyorsun.

Lüks yaşamlar seni hırslandırıyor. Başkalarının gösterişli hayatları seni imrendiriyor. Çok çalışmalı, daha fazla kazanmalı ve bazılarını elde etmeyi başarmalısın. Bu şekilde yaşıyorsun ve sana bu şekilde anlatılıyor. Başarının faziletli bir hayat sürmek ve bilgiye ulaşmak değil konforlu bir yaşamdan geçtiği ile şartlandırılıyorsun. Aristoteles gerçek başarıyı, erdemleri yaşama geçirmek ve potansiyelimizi gerçekleştirmek diye tanımlıyor; ama günümüzde ise giydiğin kıyafet, koluna taktığın eş, bindiğin araba, uyuduğun evle etiketleniyor.

Abraham Maslow, ihtiyaçlar hiyerarşisiyle başarıyı "kendini gerçekleştirme" zirvesine yerleştirdi. Fakat sorun, başarının ne olduğunu bilmemekle başladı. Modern dünyada "kendini gerçekleştirme"nin, ne kadar çok servete ve güce sahip olmakla eşdeğer tutuldu. Kazanmanın bu şekilde anlaşıldığı zamanda kaybetmek de dikkat edici bulundu. Çünkü bir şeyin değeri karşıtıyla ölçülür.

Başarısız insanları gördükçe kendini güvende hissediyorsun. Doğru yolu seçtiğine olan inancın artıyor. Para ve prestijin getirmiş olduğu mesleğinle ne kadar gurur duysan azdır. Çünkü sen ne hemşiresin, ne öğretmen, ne temizlik işçisi, ne güvenlik görevlisi, ne de kasiyersin! Çok para kazandıran mesleğinle gururlanmak senin hakkın! (Bu sözde hakkı sana kim verdiyse.) Alt sınıflar birbirlerine karşı üstün gelebilmek için devamlı bir savaşım halinde.

Muvaffakiyet yolunda beyaz yakalı olmanın yanında çevrenin de önemi yadsınamaz. Eğer doğuştan başarılı değilsen işin zor. (Doğuştan başarılı olanlar aileden zenginlerdir.) Erkek olmak da bir avantaj; aynı şekilde batı toplumunda büyümekte. Tüm bunlar sana başlangıçta sunulan en büyük iltimaslardır; hayatın sana sunduğu ayrıcalıklardır.

Öncelikle çalışacaksın. Çok çalışmak değil. Fırsatları görmek için yeteri kadar çalışman gerektiğinden bahsediyorum. Kazanmaya gidilen yolda sana arka çıkanlar, seni kayıranlar olmalı. Düşmeyeceksin. Düşersen, hatta daha kötüsü yenik düşersen bu alnına çalan lekeyi silmen zor olur. Hayatın boyunca, başarısızlığın seni takip eder -eğer ayrıcalıklı insanlardan değilsen.

Başarı herkese verilmez ve başarı kolayca elde edilebilen bir şey değildir. Çapa göstermek kadar önünün açılması da gerekir. Hiçbir şey kendiliğinden olmaz ya da şansa. Çoğu (tırnak içerisinde söylüyorum) başarılı insanların özgeçmişlerine baktığımız zaman (iltimas demiyorum; çünkü söylediğimde kötü bir şeymiş gibi anlaşılıyor) fırsatları hızlı ve akıllıca kullandıklarını okuruz. Gerçekte öyle değil. Sayfa aralarına dikkatle bakmayı başarırsak bu kişilerin öncelikli insanlar olduğunu anlarız. Mozart'ın babası müzisyen değil kasap olsaydı, Mozart olur muydu? Einstein Amerika'ya kaçmasaydı Einstein olur muydu? Tesla, Edison'un yanında çalışmasaydı Tesla olur muydu?

Yetenek başarı gelirse ortaya çıkan bir şeydir. Başarı ve devamı için kişinin kabiliyetini göz ardı etmiyorum; fakat şunu da unutmuyorum: Güç gücü çeker... Sen de bir güç yoksa istinat gelmez, iltimas asla bekleme. Gayri ihtiyari bir şey olabilir. İstisnalar konu dışı.

Başarının bu kadar çok zor elde edildiği bir dönemde psikolojik yıkım çok hızlı yaşanıyor. Brené Brown'un dediği gibi, başarısızlık artık sadece "yanlış bir şey yaptım" değil, "ben yanlışım" hissine dönüşüyor. "Ne yaptığımız" ile "kim olduğumuz" arasındaki sınır bulanıklaştı. Sürekli "mükemmel" hayatlar görmek, kendi başarısızlıklarımızı büyüttü.

Sistem bizi bu şekilde yaşatmaya itiyor. Yapamayan kimliksiz oluyor; bu yarışta olanlar ise hâlâ kimliğini bulmaya çalışıyorlar. Neden bu şekilde olmalı? Neden bir yarış içerisinde olmamız gerekiyor? Neden kimliğimi başkaların tarifiyle bulmalıyım? Neden? Neden? Neden? Belki de gerçek cesaret, kazananlardan biri olmak değil; oyunu reddedip kendi ölçümüzü kurabilmektir. Çünkü insan, başkasının terazisinde tartıldıkça kendine yabancılaşır.

Samuel Beckett "Yeniden dene, yeniden başarısız ol, daha iyi başarısız ol" diyerek problemin başarı ya da başarısızlık olmadığını söylüyor. Sorun, hayatımızı başkalarının ölçütlerine göre yaşıyor olmamız. Bakış açımızı değiştirip şunu sormalıyız: "Sistemin dayattığı başarıları mı istiyorum yoksa kendi başarılarımı mı yazmak istiyorum?" Bunlar aynı şey değil. Biri dışarıdan dayatılan bir hedef, diğeri içeriden gelen bir ihtiyaç.

Yorumlar

  1. Jr. Sözün bittiği yer

    YanıtlaSil
  2. başarı kavramını yeniden düşünmeye davet eden ve ona alternatif yönlerden de bakabilmenin ipuçlarını veren kıymetli bir yazı. net tanımlara hapsetmeden başarılı olmak üzerine yönlendirici sorularla ufkumuz açılıyor bu metinde. anlıyoruz ki modern dünyanın içimizde bıraktığı boşluğu ancak varoluşsal tatmine ulaştıran bir metodu bulabildiğimizde doldurabileceğiz... belki gerçek başarı da bu: varoluşumuz keşfetmek, bu yolda adım atmamıza vesile olan şeylerin peşinden koşmak...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Saygı Üzerine

İyi İnsan da Kötü Olabilir